Powered By Blogger

19 Şubat 2011 Cumartesi


Amasya Genelgesi
 Ulusal egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti' nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi olması nedeniyle de Amasya Genelgesi' nin Türk tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır.

Genelgenin hazırlanması 

İlk kez ulusal egemenlikten bahsedilmiştir. Bir ihtilal bildirisi niteliği taşımaktadır. Çünkü İstanbul Hükümeti'ni hiçe saymakta, hükümetin düşman devletlerin esiri olduğunu söylemekte ve milleti yine milletin kendisinin azmi ve kararlılığının kurtaracağını söylemektedir. Maddenin yorumu Kurtuluş Savaşı'nın amacı ve yönetim şeklinin halk tarafından yapılması ve seçilmesidir[1] Mustafa Kemal kendisinin hazırladığı Amasya Tamimi'ni, 9. Ordu Müfettişi sıfatı ile imzalamıştır.
Sivas'ta bir kongre toplanacağı, Amasya Genelgesinde belirtilmiştir.
Esaslar, Mustafa Kemal tarafından yaveri Cevat Abbas Bey'e 21-22 Haziran 1919 gecesi Amasya'da dikte edilmiştir[2].
Mustafa Kemal tarafından Cevat Abbas Bey’e dikte edilen temel esaslar şunlardır[2]:
1.      Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2.      İstanbul hükümeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor.
3.      Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4.      Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir.
5.      Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta hemen milli bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır.
6.      Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkılması gerekmektedir.
7.      Her ihtimale karşı bu mesele milli bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.
8.      Doğu illeri adına 23 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O tarihe kadar öteki illerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerseErzurum Kongresi'nin üyeleri de Sivas genel kongresine katılmak üzere hareket ederler.
Nutuk'un aynı bölümünde ifade edilir ki, aslında bu taslak, dört maddelik bir müsvedde olarak dikte edilmiştir. Amasya genelgesinin sonuç bildirgesi bu taslak doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu taslak metnin sonunda, Mustafa Kemal'in, Kurmay Başkanı Albay Kazım Bey'in, kurmay heyetinden tebliğ işlerinden sorumlu memur Hüsrev Bey'in, askeri makamlara şifre yayan diğer bir yaver Muzaffer Bey'in ve sivil makamlara şivreleyen fakat Nutuk'ta adı açıklanmayan bir sivil memurun imzaları vardır, ve Nutuk'ta ifade edildiğine göre bunlardan başka imzalar da vardır.
Hazırlanan bildirideki bu diğer imzalar, bahsi geçen ilk imzalardan sonra müsveddede yerini almıştır. Atatürk'ün Nutuk'ta, isimlerinden bahsetmediği bu imzaların sahipleri; İstiklal Savaşı'nı başlatan diğer komutanlar olan ve fakat Milli Mücadele sonrasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adlı muhalefet partisi kurmak istedikleri için "gözden düşen" Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Paşa'dır[3].
Bildiri, Erzurum'da 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir'e ve Cemal (Mersinli) Paşalara da sunuldu[1]. Onların onayının alınmasından sonra, bildiri, 22 Haziran 1919'da ülkenin en batısındakinden en doğusundakine kadar tüm mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla Abdurrahman Rahmi Efendi tarafından ulaştırıldı.

İmzalandığı yer [değiştir]

Saraydüzü Kışlası'nda (Kışlay-ı Hümayun) yapılmıştır. Mehmet Kemal Bey’in önderliğinde, Osmanlı şehzadelerinin eski sarayı yerine “Kışlay-ı Hümayun” veya diğer bir ismi ile “Saraydüzü Kışlası” 1900 yılında yaptırılmıştır. 1919 yılında 5. Kafkas Fırkası’nın karargâhı olan kışla, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki askerî erkanın ikâmet yeri olmuştur. Milli mücadelenin o zor günlerinde çok önemli kararlar alınıp görüşmeler yapılmıştır. 21-22 Haziran 1919 gecesi, sabaha kadar devam eden müzakereler sonunda kararlaştırılan ve 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ile birlikte eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey tarafından imzalanan Amasya Tamimi’nin bütün dünyaya duyurulduğu yer olması bakımından yakın tarihimizde önemli bir mekân durumuna gelmiştir[1].
1922’de Amasya ve çevresinde huzuru bozan Ermeni, Rum-Pontos eşkıyaları ve asker kaçaklarının faaliyetlerini ortadan kaldırma görevini üstlenen Merkez Ordusu’nun karargâhı oldu. 1930 yıllarından sonra önemini kaybetmiş, 1935’te kısmen, 1944 yılında da tamamen yıktırılmıştır. Yerine askeri lojman, doğu bölümünde de Subay Orduevi yaptırılmıştır[1].
1986 yılında, isminin düşündürdüğünün aksine, heyelan belirtilerinin tespiti üzerine Orduevi boşaltıldı ve yıktırıldı. Türkiye Cumhuriyeti'nin doğum belgesi olarak nitelenen "Amasya Genelgesi"nin imzalandığı bu tarihi bina heyelan dolayısıyla eski yerine yapılamadığı için hatırasına binaen aslına uygun olarak yeniden yapılması için 2006 yılının Ocak ayında Kültür ve Turizm Bakanı tarafından temeli atılmış, 9 Haziran 2007’de Amasya’ya gelen Başbakan tarafından resmi açılışı yapılmıştır. Bugün ise Milli Mücadele Ve Kongre Merkezi olarak açılmıştır. İçerisinde Amasya Tamimi'nin imzalandığını gösteren orijinal resimden alınan Mustafa Kemal ATATÜRK, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ve Hamidiye Kahramanı olarak tanınan eski Bahriye Nâzırı Hüseyin Rauf Bey'in masada çalışırken ki balmumu heykelleri ve Atamızın Amasya'ya gelirken ki karşılama heyetinin balmumundan heykelleri yer almaktadır.Kübra

Amasya Genelges'nin Sonuçları 

1.      Türk inkılabının ihtilâl safhası başlamıştır.
2.      Kurtuluş Savaşı'nın gerekçesi, amacı ve yöntemi belirlenmiştir.
3.      İlk kez milli egemenliğe dayalı bir yönetimden bahsedilmiştir.
4.      İstanbul Hükümeti ilk kez yok sayılmıştır.
5.      Türk Milleti, hem İstanbul'a hem de işgalci güçlere karşı mücadeleye çağırılmıştır.
6.      Kurtarıcı olarak görülen padişah, hilafet, manda ve himaye düşüncesinin yerini millet ve milliyetçilik düşüncesi almıştır.
7.      Üstü kapalı olarak Heyet-i Temsiliyenin (Temsil Kurulu) oluşturulmasından bahsedilmiştir.
8.      Mustafa Kemal padişah tarafından kendisine verilen 9. Ordu Müfettişliği yetkilerini aşmış, kendi sorumluluğunda olmayan batı bölgelerine de bir tamim yayınlamıştır.
9.      Direniş esasları ilk defa Amasya'da yazılı bir ilke haline getirilmiştir.
10.   Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır oluşumu sağlamlaşmıştır .
11.   İlk kez ulusal egemenlikten bahsedilmiş olduğundan evrensel bir maddedir.
12.   Avrupalı devletlerin sömürgelerindeki mazlum uluslar için de bir örnek teşkil etmiştir.
13.   Müdafayi Hukuk Cemiyetlerini birleştirmek için Sivas'ta bir kongre toplanma kararı alınmıştır.
14.   Ordu terhis edilmemesi ve Erzurum'a gelen delegelerin doğrudan Sivas'a gelmeleri istenmiştir.
15.   Kurtuluş Savaşı resmen ilan edildi..
..
Erzurum Kongresi, Amasya Genelgesi'yle duyurulan ve 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum'da toplanan kurultaydır. Kongreye çoğunluğu işgal altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van'dan gelen 62 delege katılmış; 2 hafta süren kongrede alınan kararlarKurtuluş Mücadelesi'nde izlenen çizgide önemli ölçüde belirleyici olmuştur.
Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış; yoklamanın ardından yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa kongre başkanlığına getirilmiştir.
Aslında 10 Temmuz[1]'da başlaması öngörüldü. Fakat delegelerin bir bölümünün gelememesiden ötürü 23 Temmuz'a ertelendi.[2]
Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar:
1.      Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür,parçalanamaz.
2.      Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı millet hep birlikte direniş ve savunmaya geçecektir.
3.      İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamış ise, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır.
4.      Kuva-yi Milliye'yi etkili, milli iradeyi hakim kılmak esastır.
5.      Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.Ancak bu vatandaşların canları,malları ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır.
6.      Manda ve himaye kabul olunamaz.
7.      Milli irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.
8.      Mebuslar Meclisi'nin derhal toplanmasına ve hükümetin yaptığı işlerin milletçe kontrolüne çalışılacaktır.
9.      Sömürgecilik amacı taşımayan devletlerden teknik,sanayi ve ekonomik yardım kabul edilebilir.

Sivas Kongresi, Mustafa Kemal'in Amasya Genelgesi'ni açıkladıktan sonra bir çağrı üzerine I. Dünya Savaşı'ndan sonra işgale uğrayan Türk topraklarını kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için çareler aramak amacıyla seçilmiş ulus temsilcilerinin Sivas'ta biraraya gelmesiyle, 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen ulusal kongredir.
Sivas Kongresi'nde alınan kararlar, daha önce gerçekleştirilen Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek tüm ulusu kapsar bir nitelik kazandırmış ve yeni bir Türk Devleti'nin kuruluşuna temel olmuştur; bu nedenle Sivas Kongresi'nin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki önemi büyüktür.

Kongre delegeleri 

Kongrede doğu illeri adına delege olarak Erzurum Kongresi'nde seçilen Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) üyeleri bulunuyordu. Batı ve Orta Anadolu illerinden gelen diğer temsilcilerin de katılımı sayesinde Sivas Kongresi, ulusal bir kongre niteliği kazanmıştı.
Kongreye katılan delege sayısı tartışmalı bir konudur. Ankara gibi bazı illerde vâlilik baskısı ile delege seçimi gerçekleşememiş, bazı illerden seçilen delegelerin ise yola çıkması engellenmiş, bu nedenle kongreye katılamamış veya kongre çalışmaları bittikten sonra Sivas’a gelebilmişlerdi. Sonradan katılanlar'la birlikte delege sayısının 41'i bulduğu söylenebilir (Farklı kaynaklara göre 31,33, 38 katılımcı vardır.)

Sivas Kongresi'nde seçilenler 

Alınan Kararlar Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir.İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.Kuvay-ı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.Manda ve himaye kabul olunamaz.Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir.Aynı gaye ile, milli vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti seçilmiştir.

H-AMASYA GÖRÜŞMELERİ
(20-22 EKİM 1919)
 Amasay görüşesinin seyri şöle gelişti Damat Ferit Paşa 2 Ekim 1919’da istifa edince, hükümeti Ali Rıza Paşa kurumuştur. Ali Rıza Paşa Anadolu hareketini milli mücadelecilerle iyi ge-çinerek kontrol altına almaya çalışan bir kişiydi. Bundan dolayı da Mustafa Kemal ile iyi geçinmeyi ilke edindi. Mustafa Kemal, Ali Rıza Paşa hükü-metini Damat Ferit Paşa hükümetine nazaran daha ılıman olduğundan dolayı desteklediği gibi; birliğin sağla¬nıp korunması için İstanbul hükümeti ile iyi geçinmeye de çalışmıştır. Mustafa Kemal ile Ali Rıza Paşanın karşılıklı görüşmeleri sonucunda Amasya’da, her iki tarafın uzlaşması amacıyla bir mülakat yapılmasına karar verildi. Amasya Görüş-melerine İstanbul hükümeti adına bahriye nazırı Salih Paşa katıldı. Milli mücadele adına Mustafa Kemal ve arkadaşları katıldı.Böğlece amasya görüşmeleri gerçekleşmiş oldu
  Amasya görüşmesinde  Alınan Kararlar:
1-Hiçbir vilayet terk edilmeyecek, himaye kabul edilmeyecektir.Bütünlük ve istiklal korunacaktır.
2-Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi zedeleyici ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilmeye-cektir.
3-Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti İstanbul hükümeti tarafından tanınacaktır.
4-Meclis-i Mebusan toplanmalıdır.
5-Meclis-i Mebusan İstanbul dışında toplanma-lıdır. (Meclisin, İstanbul’da toplanması halinde, mili mü¬cadele ruhunu yansıtamayacağı ve rahat çalışama¬yacağı düşünülmüştür.)
6-Sivas Kongresi kararları meclis tarafından onay-lanmalıdır.
7-Yapılacak antlaşmalar için heyet-i temsiliyenin onayı alınmalıdır.
8-Seçimlerin serbest yapılmalıdır.
Amasya görüşmesi kararları alınmış oldu
Amasya görüşmesinin  Önemi:
1-Milli mücadele, Heyet-i Temsiliye ve Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti İstanbul hükü-meti tarafından hukuken tanındı
2-Temsil Heyeti ile İstanbul arasındaki ilişkiler yu-muşadı
3-İstanbul Anadolu’ya bağlı olmaya başladı.
4-İtilaf devletleri Anadolu hareketini İstanbul vası-tasıyla kontrol altına alamayacaklarını anlamıştır.
5-Meclis-i Mebusanın toplanması kararlaştırılmış-tır.
Amasya görüşmesi hakkında  Açıklamalar:
1-Görüşmelerde egemenlikten değil; bağımsızlıktan bahsedilmiştir Amasya görüşmesinde
2-Meclisin İstanbul dışında toplanması mesele-sinde anlaşmaya varılamadı
3-Salih Paşa kararların tamamını kendisinin kabul etmesinin bir anlam ifade etmediğini; kararların hükümet tarafından kabul edilmesinin önemli oldu¬ğunu; kararların hükümet tarafından kabul edilmesi için elinden geleni yapacağını; bu konuda başarılı olamadığı takdirde istifa edeceğini açıkladı. Hükü¬met sadece Meclis-i Mebusanın açılması kararını tam olarak onayladı. Salih Paşa ise istifa etmedi.
Amblem Ve Logo Nedir 
Logo (Logotype) ticaretin başladığı yıllardan beri ürünleri, kuruluşları ya da hizmetleri birbirinden ayırt etmeyi sağlayan bir ya da birkaç tipografik karakterden meydana gelen bir nevi işaretlemedir. Amblem ise tipografik karakterlerin henüz bilinmediği zamanlarda kullanılmaya başlanan ve günümüzde okuması yazması olmayan insanları göz önünde bulundurarak hala kullanılmaya devam edilen daha çok sembollerle yapılan işaretlemedir. Bu iki kavram sık sık birbirine karıştırılmak ile birlikte her iki kavramında beraber kullanıldığı durumlarda artık ismi logo olarak adlandırılır. Hatta Simge ve Ticari Marka kavramlarının da logo ve amblem ile birlikte karıştırıldığı da ayrı bir gerçektir. Onlara da başka bir yazımda (özellikle simge) geniş yer vereceğim. 
Kurumsal Kimliğin temelini oluşturan amblem ya da logo’nun günümüzde kullanım şekilleriyle ilgili birçok örneği ve birçok stili bulunmaktadır. Bu yazıda logo ve amblem tekniklerinden, çeşitliliğinden bahsedeceğim, tabi bunu yaparken kimseyi sıkmamak için az laf bol örnek ilkesine sıkı sıkı sadık kalacağım. Ne de olsa tasarımcının gözü çenesinden daha çok çalışır 
AMBLEM
Amblem, çizgi ve resimle yapılan işaretlerdir ya da daha geniş tanımıyla "Ürün ya da hizmet üreten kuruluşlara kimlik kazandıran, sözcük özelliği göstermeyen; soyut ya da nesnel görüntülerle ya da harflerle oluşturulan simgelerdir". 
Amblem Çeşitleri
Harflerden Oluşan Amblemler : 
Eğer tek harften oluşan bir amblem söz konusuysa o zaman o harfin farklı olması kaçınılmazdır. Amaç farklılık olduğunda tasarımcı yeni bir harf formu arayacaktır. Birden fazla harften oluşan amblemlerde ise en önemli özellik dengeli kullanımları ve yine farklı olmalarıdır. 
Biçimleriyle Firma Hakkında Bilgi Veren Amblemler: 
Bu tür amblemlerde sembollerden yararlanılır. Kimi sembollerin yüklendiği anlamlar vardır. Bu anlamlar çoğu sektör tarafından kendilerine mal edilmiştir. Dolayısıyle bir firmaya ait amblem tasarımı yapılırken firmanın ait olduğu sektöre özgü sembollerden yararlanılır. Örneğin Baykuş akıl, bilim bilgelik demektir ve eğitim kurumlarınca kullanılır. Bir de firmaların isimlerinden yola çıkılarak sembolik amblemler tasarlanır ki buna da örnek vermek istersek Pelikan markasının ambleminin Pelikan kuşu olmasını söyleyebiliriz. 
Harf ve Resimsel Biçimlerin Bir Arada Kullanıldığı Amblemler:
Formlarını harflerden alan ve firma hakkında imaj veren biçimlerden oluşan amblemlerin kombinasyonlarıdır. Bu tür amblemler, firma hakkında bir imaj verirken firma adının baş harfi ile de diğer firmalardan ayrılmasını kolaylaştırır ve akılda kalma yüzdesini artırır. 
LOGO (LOGOTYPE)
Logo, bir ürünün, firmanın ya da hizmetin isminin, harf ve resimsel öğeler kullanılarak sembolleştirilmesidir. Amblemden farklı olarak ayırt edici özellikler yanında firmanın ismini de yansıtır. Logo yaratmak için kullanılan fontlar yeni tasarlandığı gibi mevcut fontlarda olabilirler. Logo yaratmak için belli başlı bazı kurallar işin uzmanları tarafından şöyle sıralanırlar.
Sade, kolay anlaşılır, hatırlanması kolay, mümkün olduğunca az sayıda renkten oluşmalıdır. Her çeşit baskı ve kesim tekniği ile sorunsuz kullanılabilir olmalı, çok küçük ölçülerde ayrıntılar kaybolmamalı, çok büyük ölçülerde dağınık görünmemelidir. Her türlü ölçüde ve yüzeyde okunabilir olmalıdır. 
Özgün olmalıdır. Başka firma ya da ürünlere ait logolar ile karışıklığa sebep vermemeli, hatta çağrıştırmamalıdır. Kopyalanan ya da esinlenen logolar o ürün ya da firmaya büyük zarar verir. 
Logo tasarımcıyı değil ürün ya da firmayı yansıtmalıdır. IBM logosunun tasarımcısı Paul Rand’e göre logoyu üreten tasarımcıdır ancak oluşturan firmanın kendisidir. İlgili kuruluşun ya da ürünün özelliklerini yansıtmalıdır. Seçilen ya da tasarlanan font şirketin içeriğine uygun olmalıdır. Ayrıca kurumun kendisini nasıl tanımladığı ve kurumu yansıtan kavramların neler olduğunu bilmek logonun tasarım aşamasında önemli unsurlardır. 
Logo sadeliğinin yanısıra gerek rengi gerek şekli itibariyle farklı koşullarda görüldüğü zaman bile akılda kalıcı olmalıdır. 
Farklı bir ülkeye ait ürün ya da firma için logo tasarlanacağı zaman o ülkenin renklere yüklediği anlamlar ve kültürleri hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Özellikle bir simge kullanılacağı zaman simgenin taşıyacağı anlam bakımında bu bilgi çok önemlidir.
Logotype çeşitleri;
Logolar yukarıda da söylendiği gibi bilinen bir fontun kullanımıyla ya da deformasyonuyla oluşturulabileceği gibi yeni bir font tasarımıyla da oluşturulabilir. Bilinen yeni typografik logo tipleri ise örnekleriyle birlikte aşağıdaki gibidir.
San Serif Sitili Logolar:
Bu sitilde hazırlanan logolarda amaç basit ama güçlü bir ifade sağlamaktır. Derli toplu, zarif, keskin hatlı ve güç dolu bir görünüşleri vardır. Bu sitil logolar genelde modern tasarımcıyı yansıtır.
Tek Karakterden Oluşan Logolar:
Çoğu yerde logonun tanımı yapılırken en az iki karakter olmasından bahsedilir ama işin aslı tek karakterden de logo olabileceğidir. Tek tipografik karakterden oluşan logolar güçlü, modern karaktere sahip fikirler ve işaretleri temsil eder. Dünya da çok güzel örneklerini bulmak mümkün.
Çok Karakterden Oluşan Logolar:
Birden fazla tipografik karakterden oluşan bu logoların en sık kullanım şekli 2 karakterden oluşanıdır. Çok klasik bir kullanım şekli olmasına rağmen bazen basit ya da son derece karışık sonuçlara ulaşmak mümkün olabiliyor.
Kombinasyon Tipi Logolar:
Kombinasyon tipi logolar genelde iki ya da daha fazla farklı etkileşimli logo tipinin kullanılmasından oluşurlar. Harflerin parçaları, gölgeler, deforme edilmiş karakterler, el çizimlerinin bilgisayarda bir araya getirilip manipule edilmesinden oluşurlar. Ortaya çıkan logolar genelde enerji doludurlar.
Geleneksel Olmayan Logolar:
Bu tip logolar genelde bildik karakterlerden yararlanarak alışılmışın dışında logolardır. Büyük harf kullanımı, tekrardan kaçınma yeni güçlü bir tarzı oluşturur. Sanki eski tarz ile yeni tarzın bütünü gibidir. ya da başka bir deyişle geçmişi kullarak geleceği tasarlamak da denileb
Yeni Tipografik Formlar:
Bilgisayarların logo tasarımında kullanılması ve yeni fontların da hızla gelişiminden sonra tasarımcılara birçok imkan sağlanmış oldu. Yaratmak, bozmak, bükmek, deforme etmek, eğmek gibi sonsuz seçenek tasarımcıların elinde olunca ortaya da mevcut fontların üzerinde oynanarak elde edilen yeni logo formları çıktı
Kaligrafik Logolar:
El yazısı, el çizimi ve süslü çizgiler kullanarak yaratılan logolar. Klasik bir yöntem olarak görünmesine rağmen çok modern ve etkileyici sonuçlar doğurabilen bu yönteme ait şu örneklere göz atmak yeterli olacaktır
Rebus - Karmaşık Formdaki Logolar:
Kelimeler, objeler ve sembollerin biraraya gelmesinden oluşan karmaşık yapıdaki logolar genelde anlaşılması güç logolardır. Ama hayalgücünün son noktasına doğru da harika birer yolculuktur da...
Numaralardan Oluşan Logolar:
Sadece rakamlardan ya da hem rakamlarda hem de harflerden oluşan logolardır. Bu numaralar farklı formlarda kullanılabileceği gibi genelde ölçü, mesafe, uzaklık gibi rakamsal değerleri olan anlatımlar için de kullanılabilir
Katmanlı, Gölgeli, Merkezi Olmayan Logolar:
Farklı formlar yaratmak isteyenlerin tercih ettiği belli bir merkezi bulunmayan, biraz sıradışı, katmanların (arkaplan kullanımı), gölgelemelerin kullanıldığı logolar. Bu şekilde hem derinlik hem de algı farklılığı sağlanan, taze ve hareketli logo yaratmak isteyenlerin logo tipi...
Çatlak, Kırılgan ve Agresif Logolar:
Tipografik karakterlerin ya da kullanılan sembollerin deforme edilerek, kırılarak, çizilerek, bükülerek oluşturulduğu logo tipi. Anlatılmak istenene, bu tür hareketler vererek farklılık yaratmak isteyenlerin kullandığı bu logo tipine çok farklı sektörlerde rastlamak mümkün..
Alfred Nobel
Alfred Bernhard Nobel (21 Ekim 1833, Stokholm, İsveç  10 Aralık 1896, San Remo,İtalya), İsveçli kimyager ve mühendis, dinamitin mucidi. Vasiyetiyle Nobel Ödülleri'ni başlatmıştır.

1833'te varlıklı bir aileden gelen anne Andriette Ahlsell ile mühendis baba Immanuel Nobel'in üçüncü oğlu olarak Stokholm'de dünyaya geldi. Alfred doğduğunda, babası iflas etmişti, dolayısıyla ailesinin maddi durumu iyi değildi. Nobel ailesi 1837'de Finlandiya'ya, 1842 yılında ise St. Petersburg'a taşınır. St. Petersburg'da babası Immanuel Nobel bir atölye açar, annesi ise bir bakkal dükkânı işletir. Baba Nobel, St. Petersburg'da büyük başarı kazanır ve Rus ordusu için silah üretmeye başlar.Alfred Nobel, özel öğretmenler tarafından eğitilir. Doğa bilimleri, dil ve edebiyat alanlarına yoğunlaşır. On yedi yaşına geldiğinde İsveççe, Rusça, Fransızca, İngilizce ve Almanca'yı akıcı bir şekilde konuşabilmektedir. Fizik ve kimyanın yanı sıra, onun bir mühendis olmasını isteyen babasının pek hoşuna gitmese de Alfred İngiliz edebiyatına ve şiire de ilgi duymaktadır.
Babası onu kimya mühendisliği eğitimi görmesi için yurtdışına gönderir. İki yıllık süre içindeİsveç, Almanya, Fransa ve ABD'de bulunur. Paris'te bulunduğu süre zarfında dönemin ünlü kimyageri T. J. Pelouze'nin laboratuvarında çalışır. Burada ayrıca güçlü bir patlayıcı sıvı olannitrogliserini keşfeden İtalyan kimyager Ascanio Sobrero ile tanışır. Alfred Nobel de nitrogliserin ile ilgilenmektedir. Nitrogliserin, baruttan daha güçlü olmasına karşın, basınç ve sıcaklığın etkisiyle kolayca patlamaktadır. Nobel'e göre bu durum nitrogliserinin pratik kullanımını sınırlandırmaktadır.Alfred Nobel, 1852'de ailesi tarafından St. Petersburg'a geri çağrılır. Nobel, nitrogliserin ile ilgili çalışmalarına burada devam etmeye çalışır. Ancak, babası Immanuel Nobel'in işleri bozulmaya başlar. Kırım Savaşı'nın sona ermesini takiben Rus ordusu baba Nobel'in işletmesinden silah sipariş etmeyi keser. Baba Nobel, bir kez daha iflas eder. Bunun üzerine baba Nobel iki oğlu Alfred ve Emil ile ile birlikte Stokholm'e geri döner (Diğer oğulları Robert ve Ludvig ise St. Petersburgda kalır).Alfred Nobel, 1863 yılından itibaren nitrogliserin ile ilgili çalışmalarına Stokholm'de devam eder. 1864 yılında çalışmalarını yürütürken bir patlama olur. Kazada, küçük kardeşi Emil ile birlikte dört kişi hayatını kaybeder. Alfred Nobel'in Stokholm şehri sınırları dahilinde çalışma yapması yasaklanır. Bunun üzerine Alfred çalışmalarına Malaren Gölü yakınlarındaki bir mavnada devam eder.Nitrogliserin'i patlayıcı madde olarak kullanma yollarını araştırdı. 1863 yılında Stokholm'de az miktarda nitrogliserin yapmaya başladı. Birkaç ay süren araştırmaların sonunda bir patlama ile laboratuvar yıkıldı. Çalışmalarına devam eden Alfred Nobel 1865'te yeni bir fabrika kurdu, bir süre sonra ikinci fabrikasını da açtı. 1864 yılında araştırmalarının sonucunu aldı ve dinamit barutunu buldu. Araştırmalarına devam eden Nobel,1877'de Balistit adını verdiği yeni bir çeşit barut tasarladı. 1879'da, Paris yakınlarındaki Servan'da bir laboratuvar kuran Nobel, buradaki çalışmaları sırasında dumansız barut adını verdiği ve eşit miktarlarda nitrogliserinle nitroselüloz karışımından oluşan, itici barutu buldu.Birkaç yıl sonra kordit adlı patlayıcı madde konusunda İngiliz hükümeti aleyhine dava açtı, ancak davayı kaybetti. Bu dönemde Fransa'ya karşı kurulan bir ittifakta İtalya ile işbirliği yapan Nobel, aleyhindeki kampanyalar sonucunda Paris'i terk ederek İtalya'nın San Remo şehrine yerleşti, laboratuvarını da oraya taşıdı.Nobel, San Remo'da 1896 yılında beyin kanaması sonucu öldü. Vasiyetinde, mirasının Nobel Ödüllerinin enstitüleştirilmesi yönünde kullanılmasını ve 33.200.000 kronunun her yıl insanlığa hizmette bulunanlara sunulmasını istemiştir.Bu ödüller, fizik, kimya, tıp veya fizyoloji, edebiyat ve barışa hizmet olmak üzere toplam beş dalda verilecekti. Nobel'in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yarattı. Ancak 1900 yılında İsveç hükümetinin Nobel Vakfı'nı kurmasıyla, Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlandı. Daha sonra 1968'de İsveç Bankası Alfred Nobel'in anısına bir ekonomi ödülü vermeyi kararlaştırdı, ödül ilk kez 1969'da verildi.
Sentetik bir element olan Nobelyum onun anısına bu isim ile anılmıştır.Nobel ödülleri her sene ölüm tarihi olan 10 Aralık'ta verilmektedir.
ALEXANDER GRAHAM BELL
Alexander Graham Bell (3 Mart 1847, Edinburgh – 2 Ağustos 1922, Baddeck), İskoçya asıllı Kanada‘lı bilimadamı, mucit ve sanayici. Telefonu icat eden kişi olarak tanınır.

Telefonun patentini 7 Mart 1876′da aldı. İlk telefon şirketi olan Bell Telefon Şirketi‘ni 1877′de kurdu. Bell Telefon Şirketi bugün ABD’nin en büyük şirketlerinden biridir. Ayrıca kendi geliştirdiği fonograf için bir, hava araçları için beş, hidrouçaklar için dört ve selenyum piller için de iki patenti vardır.

Babası kendini sağır ve dilsiz insanların sorunlarıyla uğraşmaya adamıştı. Bu nedenle Bell, küçük yaştan itibaren, daha sonradan çok işine yarayacak olan ses bilgisi konusunda epey bilgiye sahip oldu. Bell de kendini, sağır öğrencilerin, dolaylı olarak da olsa, seslerin dünyasını kavramaları ve yaşamalarına adadı ve ilk olarak Boston’daki Sağır ve Dilsizler Okulunda çalışmaya başladı.
baktabul

Bell, telgraf şirketlerinin çıkmazı olan, bir hat üzerinde aynı anda yalnızca tek bir mesajın iletilmesi sorununa çözüm arayacak çalışmaya başlamıştı. Başlangıçta çoklu bir telgraf geliştirmeyi istiyordu. Bell, ses tellerinin ve kulak zarının titreşimlerinden yola çıkarak, insan sesindeki frekansı elde ederek, bunları elektrik sinyali biçiminde bir telden iletmenin olanaklı olup olmadığını araştırıyordu. Bunun için de diyafram adı verilen bir aletle, yapay bir kulak zarı yaratmanın gerekli olduğu sonucuna vardı. Diyafram, hem konuşma sesiyle titreşim oluşturabilecek, hem de elektrik akımı yaratan küçük değişikliklere tepki verebilecek kadar ince bir tabakaydı. Tam ortasına da diyaframla birlikte hareket eden bir manyetik zar yerleştirdi. Ses titreşimleriyle oluşan değişiklikler, alıcı merkeze ulaştığında, alıcının diyaframında titreşime neden olarak, sinyalleri yeniden sese çeviriyordu.

En değerli patentlerden biri olan telefonun patentini Bell, 7 Mart 1876′da, 29. yaş gününden dört gün sonra aldı ve ilk telefon konuşmasını New York-Chicago hattında yaptı. İlk telefon şirketi olan Bell Telefon Şirketi de 1877′de kuruldu. Bell yalnızca telefonun patentini almadı, o çok yönlü bir araştırmacı ve mucitti. Kendi geliştirdiği fonograf için bir, hava araçları için beş, hidrouçaklar için dört ve selenyum piller için de iki patenti vardır.

Alexander Graham Bell aşırı büyük üç boyutlu kutu uçurtmaları kullanarak insan taşımayı başarmış ve bu çalışmaları sadece denemelerini yaptığı istasyonun yanındaki nehri karşıdan karşıya geçmek amacıyla kullanmıştır. Graham Bell, kutu uçurtmadan esinlenerek ilk hidrofil botu yaratırken Wright Kardeşlerin uçak tasarımı çalışmaları I. Dünya Savaşı sonuna kadar devam etmiştir.
BASKETBOL OYUN KURALLARI
  • Basketbol müsabakaları iki hakem tarafından yönetilir. Misafir takım sahayı seçme hakkına sahiptir. Her devreden sonra saha değişimi yapılır.
  • Oyun, orta saha çizgisinde her takımdan birer oyuncu arasında yapılan hava atışı ile başlar. Hava atışına çıkan oyuncular, topu tek elleri ile takım arkadaşlarına kazandırma hedefini taşır.
  • Oyun, 10'ar dakikalık dört periyottan oluşur. Beraberlik durumunda uzatma periyodu oynanır. Her takım ilk üç periyotta ve uzatma periyodunda 2'şer dakikalık bir, dördüncü periyotta iki mola hakkına sahiptir. İkinci ile üçüncü periyot arasında 15 dakikalık devre arası verilir.
  • Hücum eden takım, kendi sahasını 8 saniye içinde terk etmek, 24 saniye içinde de hücumunu tamamlamak zorundadır, aksi halde top kullanma hakkı rakip takıma geçer.
  • Oyuncu topla birlikte, top sürme (dribbling), pas atma (passing), şut atma (shooting) aktivitelerini yapma şansına sahiptir. Bir oyuncu top sürerken, topu eline alarak durdurursa, tekrar top sürme şansına sahip değildir; topu istediği yöne ve kişiye pas ya da şut atmak zorundadır.
  • Her takım 5 kişiden oluşur ve takımların sınırsız oyuncu değişikliği hakkı vardır. Eğer faul hakkını doldurmamışsa, her çıkan oyuncu tekrar oyuna dahil olabilir. Bir takımdaki beş oyuncudan biri ortada (post), ikisi savunma (guard) ve ikiside hücum (forward) oyuncusudur.
  • Oyunu bir baş hakem ve yardımcı hakem olarak iki hakem yönetir.
  • Her oyuncu beş faulle oyun dışında kalır, tekrar o maç için oyuna dahil olamaz. Her oyuncunun bireysel olarak yaptığı faul sayısının toplamı, takım faullerini de belirler. Toplamda dört takım faulüne ulaşan takımın daha sonra yaptığı her faul, karşı takıma serbest atış kullanma hakkı kazandırır.
  • Hakem tarafından durdurulmadıkça, top potadan veya çemberden dönerse oyun devam eder. Ayrıca, oyuncu sahayı belirleyen çizgilerin dışına temas etmedikçe, top oyun çizgilerinin dışına değmeden havadan saha çizgisinin dışına çıksa dahi, oyuncu topu içeri çevirebilirse de oyun devam eder.
  • Her sayı atışından sonra veya hakemin düdüğü çalmasının ardından, oyun ve oyun zamanı durur. Sayı yiyen takımın pota gerisindeki çizgi arkasından topu oyuna sokması ile hem zaman hem de oyun tekrar başlar. Oyun içindeki diğer durumlara göre, hakemin gösterdiği yerlerden, top oyuna sokulur.
  • Üç sayı çizgisi içinden yapılan her başarılı atış iki sayı, üç sayı çizgisi gerisinden yapılan her başarılı atış üç sayı olarak değerlendirilir. Faullerden veya kural ihlallerinden dolayı kazanılan başarılı serbest atışlar bir sayı olarak değerlendirilir.
  • Oyuncular iki durumda cezalandırılır: 1- Bireysel kural ihlalleri 2- Faul yapılan durumlar. Kural ihlali veya hatası (hatalı yürüme, topun çizgi dışına çıkması, hücum oyuncusunun üç saniyeden fazla post içinde durması v.b) top kullanma hakkını karşı takıma verir. Yapılan bireysel fauller ( itme, çekme, vurma, tutma v.b) ise oyuncunun faul cezası almasını sağladığı gibi faulün yapıldığı yer göz önünde bulundurularak, rakip topu yandan oyuna sokar, ya da serbest atış yapma hakkı kazanır.
  • Serbest atış hakkı adedi, faulun yapıldığı zaman, yer ve çeşidine göre değişir. Şut atışı sırasında faul yapılmış ve atış sayı olmamışsa, atışı yapan takıma iki serbest atış hakkı verilir. Eğer atış sayı olmuşsa, bir serbest atış hakkı verilir. Bir takım, bir devredeki "takım faul" sınırını geçmiş ve atış sahası dışında faul yapmışsa, o zaman bire-bir denen serbest atış hakkını kullanır. Bu atışta kural, ilk atış sayı olursa, ikinci atış yapma hakkı kazanmaktır. Bire-bir'de ilk atışı kaçıran ikinci atışı yapamaz, top potadan oyun alanına dönerse, oyun devam eder. Teknik faullerde (oyunu geciktirme, sportmenlik dışı davranışlar, hakeme itiraz, izinsiz oyuna girme v.b) iki serbest atış hakkı verilir.
SAHA ÖLÇÜLERİ

Dikdörtgen biçimindeki basketbol alanının tabanı sert tahtadan yapılır. Basketol sahasının ölçüleri değişiklik göstermekle birlikte, ideal ölçüler 28 m x 15 m'dir. Oyun alanı bir orta çizgiyle ikiye ayrılır. Bu çizginin tam ortasında, orta yuvarlak denen bir daire çizilidir. Basketbol alanının karşılıklı olarak kısa kenar çizgilerinde birer pota bulunur. Pota, kenar çizgisinden 1,2 metre içeridedir ve 1,8 m x 1,2 m boyutlarındadır ve çoğunlukla panyalarda cam beyazı plastik kullanılır. Pota üzerinde, yerden 3,05 metre yükseklikte bir sepet bulunur. Sepet, 45 cm çapında demir bir çember ile buna asılı, alt kısmı açık, beyaz bir fileden oluşur. Basketbol elle oynanır ve atılan top yukarıdan çembere girip fileden geçerek aşağıya düşünce sayı olur.

Kısaca basketbol sahasının ölçüleri: Oyun sahası, düz, sert ve engelsiz bir yüzeye sahip olmalıdır. Sahaların boyutları yerel organizasyonlarda değiştirilebilir. Standart ölçüler 28 metre uzunluk ve 15 metre genişliktir. Saha, boy � en oranının sabit kalması koşuluyla, 26m x 14m boyutlarda olabilir.

Üç sayı çizgisi Mini � Basket saha çizgileri dahilinde bulunmamaktadır. Sahanın uzun kenarındaki çizgiler "kenar çizgileri", kısa kenarındaki çizgiler ise "dip çizgiler" olarak adlandırılacaktır. Sahadaki tüm çizgiler 5 cm genişliğinde ve net bir şekilde görülebilir olmalıdır.

John Dalton

John Dalton,1766 yılında Manchester’de doğdu. Babası Quaker mezhebine mensup bir dokumacıydı. Quaker’lar 17.yüzyılın ortalarında İngiltere ve Amerikan kolonilerinde ortaya çıkan bir hıristiyan tarikatıdır.Tanrı’yı kavrayabilmek için dinsel kurumlara,din adamlarına ve ayinlere gerek olmadığını savunuyorlardı. Dalton, Cumberland’da bulunan bir Quaker okulunun yönetimini üstlendiğinde henüz 12 yaşındaydı.Alışılmadık derecede parlak bir öğrenciydi.Daha çocuk sayılacak yaşta olmasına rağmen Newton’un Principia’sını hem de Latincesini okumuştu.Kendi tuttuğu günlüklerde belirttiği gibi buna benzer daha pekçok bilimsel kitabı da okumuştu.2 yıl sonra, kardeşiyle birlikte 12 yıl görev yapacağı Kendal’daki bir okulda öğretmenliğe başladı.10 yıl sonra da Manchester’e taşındı ve ömrünün geride kalan 50 yılını burada geçirdi.
1787 yılında başlattığı bilimsel çalışmasının ilki ,yaşadığı göl bölgesindeki iklim değişikliklerini inceleyen ve 200.000’in üzerinde kayıtın yer aldığı bir günce tutmaktı.Aynı yıl,atmosferdeki elektrik çalkantılarının etkisiyle gökyüzünde oluşan renkli şekillere,yani kutup ışığına tanık olmuştu.Kuzey yarıküredeki kutup ışığı olayları üzerine yazdıkları,kendi özgün düşüncesinin ilk ürünleri oldu.Matematik ve meteoroloji konularıyla da ilgilenmeye başlaması öğretmenliğinin ilk yıllarına rastlar. Kutup ışıkları üzerindeki araştırmaları sonucunda Yer’in magnetikliği ile kutup ışığı ışınları arasında bir ilişki olması gerektiği sonucuna vardı.Ona göre, kutup ışığı ışınlarının demire benzer bir yapıda olması mümkündü.Zira başka hiçbir madde magnetik değildir.Bu durumda atmosferin üst bölümlerinde mıknatıs çeliğinin bazı özelliklerine sahip bir akışkan bulunur.Bu akışkan, magnetik özelliklerinin etkisiyle silindir biçimli ışınlar durumunu alır.Meteoroloji alanında yaptığı araştırmaları sonucunda alize rüzgarlarının, Yer’in kendi çevresindeki dönme hareketinin ve sıcaklık farklarının etkisiyle oluştuğu sonucuna vardı.Oysa bu kuram daha kendisi doğmadan 1735 yılında George Hadley tarafından öne sürülmüştü.Barometre,termometre,nemölçü aleti, yağmur,bulutlar,atmosfer nemi gibi pekçok meteoroloji konusunda makaleler yazdı.Yağmurun,atmosfer basıncındaki değişiklikten değil,sıcaklığın düşmesinden kaynaklandığını belirleyen kişi oldu.
Hem kendisinde hem de kardeşinde bulunan renk körlüğü üzerine diğer bilim adamları ile birlikte incelemeler yaptı.Bu renk körlüğü,özellikle kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edememe biçiminde ortaya çıkar.Bu kusur ilk kez Dalton’un gözünde saptanarak kendisinin de katıldığı çalışmalarla tanımlandığı için bugün ‘Daltonizm’ olarak adlandırılır.Bulduğu sonuçları 1794 yılında ‘Renklerin Görülmesine İlişkin Olağandışı Olgular’ başlıklı makalesinde açıkladı. O yıllarda İngiltere Kilisesi’ne bağlı olmayanlar Cambridge ve Oxford üniversitelerine alınmıyorlardı.Bu nedenle Presbiteryenler, Manchester’de New College’ı kurmuşlardı.Böylece papaz adaylarına ve halktan kişilere nitelikli öğrenim sağlanmış oluyordu.Dalton, New College’da bir süre matematik ve doğa felsefesi öğretmenliği yaptı. Henüz çözüme ulaşmamış olan bilimsel konuları kolayca belirleme becerisine sahip bir kişi olduğu gibi çeşitli konular üzerinde araştırmalar örgütleme yeteneğine de sahipti.Bir takım verilerden kolayca kuram çıkarabiliyordu. Bilim dünyasını etkileyen ürünlerini kimya çalışmalarında gösterdi.Aslında kimya araştırmaları alanında bir deneyimi yoktu.Buna rağmen çalışmalarında sezgi gücünü ve bağımsız düşünme yeteneğini kullandı.Mevcut olgulardan hareket ederek bir kurama ulaşma becerisini kimya için de kullandı. Gazlar üzerinde yaptığı ilk çalışması sonucunda kendi adıyla tanınan yasayı buldu.Buna göre,değişik gazlardan oluşan bir karışımın toplam basıncı, bileşimde yer alan gazlardan her birinin tek başına uyguladığı kısmi basınçların toplamına eşittir.Aynı deneylerden,gazların mutlak sıcaklıklarıyla doğru orantılı olarak genleştiklerine ilişkin yasayı da geliştirdi.Bütün bu çabaları sonucunda elde ettiği bulgulardan yola çıkarak gazların suda çözünürlüğünü kanıtlayan ve yayınım hızlarını belirleyen yeni deneyler yaptı. Atmosferin yapısına dair araştırmaları sonucunda ,kimyasal bileşimin 4.500 m. yüksekliğe kadar sabit kaldığını saptadı. 1800 yılında Manchester Edebiyat ve Felsefe Derneği’nin sekreterliğini üstlendi.Burada hem halka açık olarak hem de özel olarak matematik ve kimya dersleri veriyordu. 1803 yılında kimyasal elementlerin gösterilmesine ilişkin bir simgeler sistemi geliştirdi ve elementlerin bağıl atom ağırlıklarını saptayarak bunları bir tablo halinde düzenledi. Kimyasal bileşiklerin,elementlerin ağırlıkça belirli basit sayısal oranlarda birleşmeleriyle oluştuğunu ileri sürdü.Bu görüş,daha sonra belirli ve katlı oranlar yasalarının geliştirilmesine temel olacaktır.En önemli çalışması atom konusunda olmuştu.Ona göre tüm elementler, atom denilen aynı ağırlığa ve aynı yapıya sahip olan çok küçük ve bölünmez parçacıklardan oluşur.Bu görüşlerini 1808 yılında yayınladığı ‘Yeni Kimya Felsefesi Sistemi’ adlı kitabında belirtmişti.Kitabın tamamı 900 sayfadan fazlaydı ve atom konusu sadece 5 sayfa tutuyordu.Ama bilim dünyası modern atom anlayışına yakın bir düşünüş tarzıyla ilk kez karşı karşıya kalıyordu.Kitabında belirttiğine göre,bir hidrojen parçacığını yaratmaya ya da yok etmeye kalkmak,güneş sistemine yeni bir gezegen katmaya ya da var olan bir gezegeni yok etmeye yeltenmekle birdir.Aslında atom fikri eski Yunanlılardan beri bilinen bir olguydu.Dalton’un katkısı,bu atomların göreli olan büyüklükleri,karakterleri ve bir araya geliş süreçleri üzerinde düşünmekti.Örneğin hidrojenin en hafif element olduğunu biliyordu.Bu nedenle ona bir değerinde atom ağırlığı vermişti. Suyun 7 parça oksijenden ve 1 parça hidrojenden oluştuğuna inanmıştı.Bu yüzden oksijene 7 değerinde bir atom ağırlığı öngördü.Elbette bu tahminleri oksijende olduğu gibi doğru değildi.Ama prensibi doğruydu.1817 yılında Felsefe Derneği’nin başkanlığına getirildi.Bu ünvanını ölünceye kadar koruyacaktır. 3 cilt ve 900 sahifeyi bulan ‘Yeni Kimya Felsefesi Sistemi’ adlı kitabı,yöntem olarak bağımsız ve tamamen özgündü.Dalton,başka bilimadamlarının yaptıkları çalışmalardan yararlanmak için oldukça çekingen davranmıştı.Kendi bilim adamlığını sık sık sorgulamış ve pekçok yanılgısını belirtmiştir.baktabul Çok az dostu vardı.Hiç evlenmedi. 1822 yılında Royal Society’nin üyeliğine seçildi.1826 yılında bu derneğin Altın Madalyası’nı kazandı.İngiliz Bilim Geliştirme Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Dalton özel yaşamında da Quaker’ların mütevazi davranış kurallarını uyguluyordu. 1826 yılında bir Fransız kimyacı onunla tanışmak için Manchester’e geldi.Ünü bu kadar yaygın olan Dalton’u büyük bir enstitü binasında bulacağını sanmıştı.Sora sora şehrin arka sokaklarından birinde bulunduğunu öğrendi. Oraya varınca küçük çocuklara temel aritmetik dersleri verdiğini gördü.Oldukça şaşırıp Bay Dalton’la mı karşı karşıya olduğunu sordu.Zira aritmetiğin ilk 4 kuralını küçük bir çocuğa öğreten bu kişinin Avrupa’da nam salan kimyacı olduğuna inanamıyordu.Ama Dalton,aradığı kişinin kendisi olduğunu söyledi. Küçük çocuğun aritmetiğini düzeltinceye kadar biraz oturmasını rica etti.1844 yılında öldü.Tabutunu 40.000 kişi seyretti.Cenaze alayının uzunluğu üç kilometreyi geçmişti.
Dalton Atom Modeli, John Dalton'un 1805 yılında bugünkü atom modelinin ilk temellerini attığı modelidir.
Dalton'un atom kuramına göre elementler, kimyasal bakımdan birbirinin aynı olan atomlar içerirler. Farklı elementlerin atomları birbirinden farklıdır. Bu atom teorisine göre kimyasal bir bileşik, iki veya daha çok sayıda elementin basit bir oranda birleşmesi sonucunda meydana gelir. Kimyasal tepkimelere giren maddeler arasındaki kütle ilişkilerine istinaden, Dalton atomların bağıl kütlelerini de bulmuştur.
Modern atom kuramı Dalton'un kuramına dayanır; ancak bazı kısımları değiştirilmiştir. Atomun parçalandığını, elementlerin birbirinin aynı atomlardan değil, izotoplarının karışımından meydana geldiğini biliyoruz. Dalton'un atom teorisi kimyasal reaksiyonların açıklanmasına, maddenin anlaşılmasına ve atomun temel özelliklerinin ortaya atılmasına oldukça büyük yararlar sağlamıştır. Bu sebeple ilk bilimsel atom teorisi olarak kabul edilir.
Dalton'un atom kuramı üç varsayıma dayanır;
1.     Elementler, atom adı verilen küçük bölünemeyen taneciklerden oluşmuştur. Atomlar kimyasal tepkimelerde oluşmazlar ve bölünmezler.
2.     Bir elementin tüm atomlarının kütlesi ve diğer özellikleri aynı, diğer elementlerin atomlarından farklıdır.
3.     Kimyasal bir bileşik iki ya da daha fazla elementin basit bir oranda birleşmesi ile oluşur.
Dalton'un atom kuramı, kimyasal değişme konularının da daha iyi tanımlanmasına olanak sağlar:
1.     Kütlenin korunumu: Bir kimyasal reaksiyonda reaksiyona giren maddelerin kütleleri toplamı, çıkan maddelerin (ürünlerin) kütleleri toplamına eşittir.
2.     Sabit oranlar yasası: İki element birden fazla bileşik meydana getiriyorsa, birleşen iki elementin farklı miktarları arasında ağırlıkça tam sayılarla ifade edilen basit bir oran bulunur. Örneğin: H2O da 2 g hidrojenle 16 g oksijen birleşirken, OH de 1 g hidrojenle 16 g oksijen birleşmiştir. Buradan her iki bileşikte de aynı miktar oksijenle birleşen 2 g hidrojen ve 1 g hidrojeni birbirine oranlarsak 2 sayısı elde edilir.